Kimdir bu yorgun adam ?

São Tomé & Príncipe
Etrafındaki herşeyden yorulmuş yalnızlığın everest'ine ulaşmış beklentisiz yalnız ve çok yorgun bir ruha sahip genç bir beden var burda... Dünya dışında yaşayan sadece yazmayı seven biri...

Hacı bizde ne ararsan burda

22 Temmuz 2014 Salı

Bekleyen de olmak zor beklenen de....

Yer: Koçumlar Köyü Yaylası 
Tarih: 23.06.2014 
Saat: 23:50 

Bütün yayla uyumuş durumda yakınlarda ki evlerin ahırlarından gelen bir kaç inek sesi ve etrafta dolaşan bir kaç köpek havlaması dışında kulağıma gelen tek ses yanan sobanın içinden gelen çıtırtılar... 

Sanırım bu küçük yaylada uyuyamayan bir tek ben varım. Beynimin içinde çıkan iç savaş bitmediği sürece başımı yastığa koyar koymaz uyuyamayacağım sanırım. Sağ lob sol loba savaş açmış mantık ve duygu kuvvetleri top yekûn saldırı halindeler. Ben ise Birleşmiş Milletler olarak kimi destekleyeceğime henüz karar veremedim. 

Biraz sevgiye ihtiyacım olduğu kaçınılmaz bir gerçek ama... 

Bu sevgi değişik birşey bir dosttan sevgiliden aileden ve bu tarz her türlü şeyden farklı bir kavramın adını veremediğim bir şeyin sevgisi..! 

Çok büyük bir derinlikte kayboldum gidiyorum ya burada boğulacağım ya da o çıkış yolunu gösterecek sevgiyi bulacağım.

Aradığım şey sevginin ta kendisi. Belki Şems'in Mevlana'yı aradığı gibi aramıyorum ama Mevlana'nın Şems'i beklediği gibi bekliyorum. 

Büyük bir sükûnetle. 
Büyük bir sevgiyle. 
Büyük bir iradeyle. 
Büyük bir şevkle. 
Büyük bir sabırla. 

"Zafer her zaman inananlarındır." sözünün rehberliğinde her gün inancıma inanç katarak bekliyorum çünkü biliyorum ki ne kadar geç gelirse o kadar değecek bir sevgiyle gelecek gelen ve ondan bin kat daha fazlasını görecek bekleyenden... 

Bekleyen de olmak zor beklenen de.

18 Mart 2014 Salı

Umut/suzluk



Hayatımın içine ettiğim veya edildiği günleri yaşıyorum bu sıralar...

Suçlayacak o kadar çok insan var ki etrafımda ama en büyük suçlu sanki benmişim gibi...

Çekip gitmek çözer mi acaba herşeyi...

Aklımda ki sorulara cevap bulamıyorum, kitlenmiş kalmışım ortada bir başıma elimi nereye atsam boşa çıkıyor.

Dipsiz kuyuda kalmış, ıslak düz kuyu duvarlarından tutunup kurtulmaya çabalıyor düşüncelerim umutsuzca...

Ya hakettiğimi yaşayamıyorum ya da yaşamı haketmiyorum oysa ki her canlı haketmemiş miydi yaşamı tıpkı her canlının tadacağı ölüm gibi...

Uykusuzluk kronikleşmiş artık beynimde yaşama enerjimi minimum seviyede tutarak yaşamak rutin bir hal aldı...

Zaman kavramı maziden ibaret olmaya başlamış, umutlarım mazimde darağacına asılı kalmış...

Sessiz çığlıklar atıyorum sadece beynim içinde ki her atom parçasının hissettiği..!

Ve yorgun düşüyor bütün düşüncelerim.

Zifiri karanlıkta el değmemiş ormanlarda gezerken kutup yıldızını kaybetmiş gibiyim umutsuz ama kurtulmayı bekleyen...

Umutsuzluk öyle bir noktaya gelir ki uğrunda savaştığın şeylere inancını yitirir insan.

O zifiri karanlıkta çökersin en sonunda bir ağacın altına umutsuzca ve artık beden beyni kontrol altına alır yorgunluktan, biten umutlar gözlerin kapanmasıyla sonsuzluğa yol alır.Umut olmasa da belki o gözler yeni bir güne açılır...

Ya da...

Sonu güzel bitmeyen bir yeşilçam filmi misali,

bir daha açılmamak üzere kapanır...

2 Şubat 2014 Pazar

Dünya sınavından hayat soruları çözümlü cevap anahtarı ile birlikte vol-1 ;)



Dünyalık dertlere karışmış gidiyordum uzun süredir...

Neşet Babadan Ah yalan dünya'yı dinlerken kendimi burada buldum dostlar.




Dünya çok değişik bir sınav merkezi inanın bana çok değişik hayat ise sorumlu olduğumuz bölüm...




Hani şu üniversitede ff'ci hoca diye tabir ettiğimiz hocalar döşer ya bize bütün konuları hayatta işte o bütün konuların bize döşenmiş hali. Ama işte şimdi Tanrım bu hayat konusunu bize yükledikten sonra o ff'ci hocalar gibi yapmıyor herşey serbest kopya çekmekte serbest sınavdan çıkmakta. İki çeşit kopya var bir kitaplardan çekilen birde yandaki sıra arkadaşlarınızdan şimdi burada ben o yandaki sıra arkadaşınızım.


O kötü sıra arkadaşlarından değil ama hani soruyu cevaplayıp sonra bende yapamadım kardeş demem ben ;)

Sınıfımdaki arkadaşlarda bilirler bunu şimdi soruya gelelim.




Erkekler nasıl sever ve sevidiği kız bir erkeğin hayatına nasıl girip içine eder ve çıkar açıklayınız.

Şimdi başlayalım cevaplamaya;




Erkekler hep en büyük sever. aşkları da, sevgileri de hep en büyüktür. Kendilerini merkeze koyup büyük bir çember çizer sonra da karşısındakinden de bunu beklerler. Erkeklerin aşkının çapı büyüktür...

Her erkeğin en azından bir kız kankası vardır. Çünkü kadınları bir kadından daha iyi tanıyacak kimse yoktur. O bile arkadaşını sıkı sıkıya tembihler hemcinslerine karşı "çok sev ama bunu sakın ona çok aşırı gösterme. çemberinin yarıçapı büyük olsa bile, o bunu görmesin". Nedir peki bir kadını büyük bir aşka layık kılan şey ? Sabah akşam hiç durmadan erkeğini düşünmesi mi, ya da bir sorun çıktığı zaman alttan almayı bilmesi mi? Yoksa sadece her erkeğin kadınları bir "gereklilik" olarak görmediğini kavrayabilse mi ? Ne yazık ki erkeklerin pek çoğu gerçekten aşık olup hatalarını da olsa olsa bunun üstüne kurarlarlar. Gerçekten sever erkekler. Hatta deli gibi aşık olurlar. Sırf o üzülmesin diye kendileri üzülür, özlediğini açık açık söyler, hatalarına karşı anlayışla yaklaşır alttan alır, yaptığı her hatanın bir sebebi olduğunu düşünerek avunur. Onu kırmamaya çalışır. Onu mutlu etmeye çalışır. bazen köpek olur, bazen köle... Lafta da değildir hani "sensiz yaşayamam" cümleleri. Çok değer verir erkek milleti...

İşte kopuşun hikayesi de burdan başlar... En büyük çemberi çizip içine almışsındır artık sevdiğin kadını. Senin dünyanda o kraliçe, sen ise onun her istediğini yapmakla mükellef kölesindir.. Öyle beyaz atlı prens rollerine bürünmeden yalın aşkınla seversin onu. Ancak en baştan beri kocaman bir çemberin içinde olduğu için kadın, görmez olur zamanla bunun sınırlarını... Sevginin, aşkının, ona olan mecburiyetinin bir sınırı yok sanar, alışır şımarmaya. Hep yaptığın şeylerin, herkesin her zaman yaptığı şeyler olduğunu sanmaya başlar... O kadar sık söylersin ki onu sevdiğini, zamanla bundan bile sıkılır olur. O en başlarda sana hayranlıkla bakan, seni kaybetmemek için duygu hezeyanı içinde nemlenen kocaman gözler artık yanında oturan yabancının sağa sola bakan gözleri olmuştur. Oysa ki aynı adamdır o kadının yanında oturan... En ufak şeyler zamanla büyüyerek çığ olur, altına alır seni... Neler oluyor ? soruların onu boğan şeyler olmuş, "Seviyorum"ların cevabı "Bilmiyorum"lara dönüşmüştür artık... Sadece onu düşündüğün için "Üzüyorsam eğer seni, beni bırak.. bırak ve dön arkanı git bakmadan bana" dersin, "ufff yine mi aynı şeyler" dökülür onun ağzından... Mutsuzluğuna daha fazla dayanamaz olursun "Ben gidiyorum" dersin, "Zaten biliyordum bunu yapacağını, sen başkalarının hayatına girip onları mahvediyorsun" diye suçlar seni...

Ve bilirsin artık bazı şeylerin asla değişmeyeceğini, eskiye dönüşün imkansız olduğunu. O mükemmel adamın değişmeden aynı yerde durmasına rağmen her şeyini vermeye hazır olduğun kadının kabusu olduğunu görürsün gün be gün.. Aslında bilirsin aşkın ilk gün gibi pırıl pırıl, bembeyaz duruyor aynı şekilde, ama bunu hak eden kadın çoktan seni terk edip gitmiştir...

İşi birazda gırgır şamataya vurursak videolu anlatımını da ekliyorum buyrun;