Kimdir bu yorgun adam ?

São Tomé & Príncipe
Etrafındaki herşeyden yorulmuş yalnızlığın everest'ine ulaşmış beklentisiz yalnız ve çok yorgun bir ruha sahip genç bir beden var burda... Dünya dışında yaşayan sadece yazmayı seven biri...

Hacı bizde ne ararsan burda

20 Mart 2022 Pazar

Oysa ki Herkes Mutlu Olmak İçin Seçimini Yapmıştı

Merhaba arkadaşlar çok ama çok uzun zamandır buraya yazmıyordum.
Belki takip eden insan kalmamıştır artık burayı okuyorsanız hala alt tarafta yorumlar kısmından bir ses verin. Yoksa günlük yazıyor gibi hissetmeyeyim.

Yine derdimi tasamı sıkıntımı dökmek için buralardayım.

Hayat beni en son yazılarımdan sonra hiç tahmin etmeyeceğim yerlere sürükledi aklımın ucundan bile geçmeyecek bir alanda çalışmaya başladım. Esasen memnunum işimden ama sıkıntılarda yok değil o konular derin ağır konular anlatırsam bloğun konsepti bozulur o yüzden es geçiyorum o kısmı.

Dedim ya hayat beni bambaşka noktalara götürdü hayallerimi revize ettim. İyi güzel bir meslek sahibi oldum çok onurlu gururlu bir mesleğim var her ne kadar statülerden nefret etsem de çok iyi bir sosyal maddi statü sahibiyim. Mesleğe başladıktan sonra maddi ve sosyal anlamda gelecek kaygım minimuma indi derken ciddi sağlık problemleri yaşadım mesleğe neredeyse devam edemeyecek kadar. O esnada karşıma biri çıktı savunmasız bitik neredeyse dibi görmek üzereyken...

Kıvır kıvır saçları güldüğünde gözleri ışıl ışıl parlayan beni güldürebilen beraber eğlenebildiğim yanında huzur bulduğum hayatımda ki bütün olumsuzlukları varlığı ile yok eden beni dipsiz kuyudan çıkartan eli uzatan biri çıktı karşıma... Tekrar bir amacım oldu tekrar inandım herşeye ve en kötüsüne inandırdı beni aşka inandırdı.

Hayatıma öyle hızlı öyle aniden girmişti ki ilişkimizin başladığı tarihi bile net olarak söyleyemiyorduk.

Herşey çok güzeldi aramızda mesafeler vardı ama bir şekilde kapatıyorduk yada ben öyle olduğunu düşünüyordum. Koskoca 1412 km vardı aramızda her fırsatta yanındaydım her fırsatta hemde.

Muhteşem bir iki yıl geçti bir o kadarda kötü neden kötü diye soracaksınız çünkü ben büyük bir hata yapmıştım hayatımın merkezine almıştım onu... Öyle merkeze almışım ki o gittiğinde farkettim onu benden çıkartınca geriye pek birşey kalmadığını...

Beynimde kalbimde içimde koskoca bir soru işareti ve boşluk var hala bilmiyorum neden gittiğini beni neden yarım bıraktığını.

Bildiğim tek şey hayatımda ona o kadar çok ihtiyacım olan bir zamanda terk etti ki beni ihtimal vermiyorum ama geri dönse herşeye sil baştan başlasak bile bu konuda onu affedemeyeceğim sanırım. Çünkü bu hayat denilen şeyin en zor zamanında çok büyük bir meydan savaşının ortasında bıraktı beni. Bana yaşattıklarını şu süreçte yaşadıklarımı asla unutamayacağım. Benimle mezara kadar gidecek.

Bir yerde okumuştum ' İnsan çok sevmekten, kıyamamaktan, kızamamaktan, üzememekten ve hep alttan almaktan kaybeder. Hayat, ilk olarak kendini yok sayanları harcar. Alın size tokat gibi bir gerçek. Zaten bilirsiniz ki hayatın benimle hep bir alıp veremediği oldu.
İşin en kötüsü kızamıyorum ona nefret edemiyorum ondan soğuyamıyorum. Yıldız ablanın dediği gibi kaçtıkça ona geri dönüyorum. Belki de neden diye sorup kafa patlatmaya gerek yok belki de bazı şeyler sadece tercih ve değer verme meselesiydi.
Hayatımda ilk defa böylesine derin bir acı yaşıyorum ama aynı zamanda üstümde çok değişik bir sakinlik var kafamın içi deliriyor. Bir psikiyatr ile konuşsam kliniğe bile yatırabilir beni. bu sakinliğimin sebebi hiçbirşeyin yolunda gitmeyişini kabullenmiş olmam mı yoksa kusursuz bir sinir krizi öncesi sessizliği mi ayırt edemiyorum.

O kadar boktan bir haldeyim ki ne ondan gidebiliyorum ne ona gidebiliyorum.

O beni, benim ona inanmışlığımdan vurdu...

Sağlık sorunlarım tekrar nüksetti öyle bir hayat sürüyorum ki ruhsuz duygusuz amaç desen yok ne yaptığıma dair bir fikrim yok sadece nefes alıp veriyorum ve vücudumun fizyolojik olarak yaşaması için birşeyler yapıyorum. Bazen hayatıma devam etmek istiyorum birşeyler yapıyorum ama olmuyor işte AMK beceremiyorum.

Herkes mutlu olmak için seçimini yapmıştı. Ama ya benimki yanlış seçimdi yada o benim doğru seçimlerime inanmadı. Ya da kendi seçiminin yanlış olduğuna inandı.


Büyük konuşmayı sevmem ama onu benim kadar sevende olmayacak ve  buna ister karma diyebilirsiniz ister ilahi adalet artık her neye inanıyorsanız üzülerek istemeyerek söylüyorum asla yaşasın istemiyorum ama yaşayacak bana ne yaşattıysa yaşayacak günlerce aç uykusuz kalmayı o 1412 kmlik yoldan son dönüşümde gözyaşlarının hiç durmamasını kalbinin göğsünü yırtacak derecede çarpmasını sızlamasını uykularının çalınmasını ruhsuz bir et parçası gibi yaşamayı yaşayacak...

Sonra onun şu sözü geliyor aklıma 'Herkes karakteri kadar kime, ne diye kızalım.

Neyse başladık buralara uğramaya artık daha da fazla uzatmayalım hikayenin detayları ilerleyen zamanlarda sizinle.

Şimdilik size vereceğim tek nasihat kimseyi hayatınızın merkezine almayın çünkü alırsanız o giderken sizden herşeyi alıyor size sizden birşey kalmıyor...

Son olarak bilmiyorum ne zaman geri buraya gelirim gelebilir miyim emin değilim dedim ya yukarda sağlık sorunlarım nüksetti diye maalesef ciddi problemler yaşıyorum pamuk ipliğine bağlıyım her an herşey olabilir. O yüzden bu bir veda yazısıda olabilir kendinize iyi bakın en çok kendinizi sevin. Ölüm var ama hayat çok güzel yaşamasını bilene...


10 Mart 2017 Cuma

Artemis'in Cesareti


Merhaba arkadaşlar biliyorum yazı paylaşma sıklığım çok az ve periyodik değil bu da açıkcası pek umrumda değil yazdıklarım popüler olsun reklam yapayım amacıyla bu blogu açmış olsaydım burda size değişik komplo teorileri falan yazar siyaset yapar illuminatiden falan bahseder değişik değişik aforizmalar patlatırdım ama bu benim hiç tarzım değil. O yüzden kendime has okuyucularım olduğunu düşünüyorum.

Neyse bugün kendimden pek bahsetmeyeceğim sizle mitolojik bir öykü paylaşıp onun üzerinden biraz kafa patlatacağım.
Yunan mitolojisi bana hep saçma gelmiştir fakat beğendiğim iki tane hikayesi var,koskoca mitolojide sadece iki hikayeyi seviyorum bunun birine önceki yazılarımdan birinde yer vermiştim linkini buraya bırakıyorum http://yorgunadamindefteri.blogspot.com.tr/2013/08/gitmek-gerekir-bazen.html
her neyse bu hikayeler Zeus tarafından Prometheus'a verilen hergün ölüp tekrar dirilme laneti ile Artemis ve Orion'un hikayesi bugün bu iki aşık tanrının hikayesine biraz kafa yormak istedim.
Belki Artemis'in okçu olmasından belki de hikayenin genelinden etkilendim hangisi bilmiyorum ama seviyorum bu hikayeyi.

Artemis günün birinde uzun boylu iri yapılı fakat çok yakışıklı bir avcı olan Orion'u görerek ona aşık oldu. Öyle ki bir zamanlar kendi kendine aldığı evlenmeme kararını bile unutup bu yakışıklı avcı ile evlenmek istedi. Fakat Apollon kız kardeşinin bu dev cüsseli mahlukla evlenmesini uygun bulmuyordu. Kız kardeşini vazgeçirmek için çok uğraştı ancak Artemis onu dinlemedi. Kardeşinin Orion'a duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu görünce de bunu kıskanmaya başladı. Ne söylerse söylesin kardeşi Artemis'i vazgeçiremeyeceğini anlayınca hileye başvurarak Orion'u ortadan kaldırmaya karar verdi.

Bir gün Orion denize girmiş yüzüyordu. Kıyıdan o kadar uzaklaşmıştı ki, başı kara küçük bir nokta gibi görünüyordu. Apollon kız kardeşini yanına çağırdı, uzaktan görünen kara noktayı ona göstererek "Oraya kadar okunu gönderebilir misin" dedi. Artemis heyecanla yayını hazırlarken o kara noktanın sevdiği erkeğin kafası olabileceğinin nerden bilecekti ki. Yayını çekti ve ok fırladı. Çok iyi nişancı olan Artemis'in oku tam hedefi vurmuştu ve Artemis bilmeden sevdiği erkeği başından vurmuştu. Bu ölüm onu çok üzdü günlerce bulutların ardına gizlendi gök yüzünde dolaşmaz geceleri yeryüzünü aydınlatmaz oldu.Ay tanrıçası Artemis yaşama olan bağlılığını kaybetmiş ve içindeki acıyı dindirememiştir. Bu nedenle, Ay bu kadar soğuk ve hayat içermeyen cansız bir yerdir. Artemis, Orion’un bedenini gümüşten yapılmış Ay arabasına koyarak kendi elleriyle gökyüzüne taşımıştır. Artemis nişanlısı Orion’un yıldızlarının, bulunduğu bölgedeki en parlak yıldızlar olması için özel olarak karanlık bir bölge seçmiştir. 


Özet olarak hikaye bu şekilde
Tamam aklınızda sorular var lan bu koskoca Tanrıça nasıl bilmez o karaltının Orion olduğunu veya lan adam tanrı nasıl ölür bir okla falan bu soruları soranlar var yanlış yerdesiniz hacı fare imlecinizi yavaş yavaş sağ üst köşeye getirip tıklarsanız iyi olur çünkü burdan sonra yazacaklarım sizin için uygun olmadığından işlemcileriniz yanabilir.

Evet soru geliyor cinsiyetçi düşünmeden söyleyin bu hikayede kendinizi hangi karakterin yerine koyuyorsunuz ?
Sevdiğini öldüren Artemis mi ? yoksa sevdiği tarafından öldürülen Orion mu?

Şunu dediğinizi duyabiliyorum ulan iki ucu boklu değnek hangisini seçelim.
Yada şu tiplerde vardır ben aşkımdan ölürüm Orion tıpkı ben?
Kimse kolay kolay kendini Artemis'in yerine koyamaz çünkü kendinde o kadar gücü sabrı dirayeti bulamaz veya kimse onun kadar birini sevmeye cesaret edemezde ondan...
Gitmek kolaydır bu bazen çekip terketmekle bazen ölmekle olur ama farketmez gitmek kadar kolay bişey yok şu hayatta zayıflar yapar en ufak bir sıkıntıda gitmek ister çünkü bu s**tiğimin dünyasında mevzu bu şekilde işliyor benim gözümde insanlar gidenler yani kaçanlar ve kalanlar olarak ayrılmış durumda...
Yalan yok çoğu zaman bende s*ktir olup gitmek istedim ama yapmadım. Bakın yapamadım demiyorum yapmadım bunu yapmamamın sebebi bazen ailem oldu bazen sevdiklerim bazende ideallerim...
Pes etmeyin vazgeçmeyin özellikle sevmekten pes etmeyin...
Hayatta bazı sıkıntılar sizin karşınıza çıkacak hatta öyle zamanlar olacak ki çok büyük problemler yaşayacaksınız afedersinizde bunlar sizin s*ktir olup gitmeniz için değil kalıp mücadele etmeniz için yapılan sınavlar...

Artemis'e bakın ne yapmış bir hata yapmış bu hata sevdiğinin canına mal olmuş bu hata da en fazla yapılan hatalardandır en yakınında kilere güvenmek... Apollon bunu aldatmış ama ne yaptı Artemis ne kendi kaçıp gitti ne de Apollon'u öldürdü...
Bakın yaşama sevincinizi kaybedebilirsiniz kimseye güvenmeyebilirsiniz ama sevgiden kaçmayın sevmekten kaçmayın hedeflerinden ideallerinizden kaçmayın... Bazen inadına yaşamak gerek sevdiğiniz şeyleri sevdiklerinizi yaşatabilmek için...

Bugün bu hikaye şöyle olsaydı sevgilisini öldüren Artemis ilk  önce abisi Apollon'u öldürüp daha sonra kendi canına kıydı.
Eğer böyle olsaydı biz bugün burada Artemis'in sevgisini pes etmemesini sevdiğini yaşatma çabasını değil öfkesini konuşuyor olurduk belki de konuşmazdık çünkü böyle bir hikaye benim dikkatimi çekmezdi bende bununla vakit harcamazdım...
Velhasıl mevzu bu gençler karmaşık bişey değil.

Yapacağımız şey çok basit. Sev,vazgeçme,ideallerin peşinden koş,sevgiyi bulduğunda kaybetme ve her zaman dediğim gibi şükret...

Uzun zaman sonra iyi oldu size yazdığım bana iyi geldi bu hikayeyi bilen seven varsa birde bu şekilde düşünsün umarım faydam dokunur.
Sözlerimin sonuna gelirken ( bu biraz mektup sonu gibi oldu )

Bu yazımı umarım okur dediğim biri var inşallah okur...

15 Eylül 2016 Perşembe

Vazgeçilenler,Kaybedilenler ve asla geri gelmeyecek olanlar...

Merhaba arkadaşlar uzun zamandır yazmıyorum yazacak vakit bulamıyorum...
Biraz körelmiş gibi hissediyorum bu konuda ama amacımında profesyonel bir yazarlık yapmak olmadığını beni ve yazılarımı takip eden arkadaşlar bilir. 
Bir ton dünyalık dertlerle boğuşuyorum uzun zamandır. Bunları tek tek anlatsam her biri ayrı bir yazı dizisi olur herhalde o yüzden o işi şimdilik erteledim. Dertleri sıkıntıları tekrar gün yüzüne çıkarmakta istemiyorum açıkcası.
Hayat tümüyle beni ucu sonu olmayan bir solucan deliğine atmış gibi. Gerçi bende bu durumdan rahatsız değil gibiyim. 
Hayatım belirsizliklerle dolu bunu farketmek zor değil. Kalabalıklardan kaçıyorum, kaçtıkça yalnızlaşıyorum,yalnızlaştıkça kalabalıkları özlüyorum. Garip bir durum ama sebebini henüz çözebilmiş değilim. Sanki hem bireysel olarak hem toplumsal olarak bizi biz yapan insan yapan özelliklerimizi kaybetmişiz ve kaybetmeye de devam ediyoruz. Bu konu üzerinden çok derin tespitler yapabilirim aslında küreselleşme toplumların yozlaşması dünya düzeni milletsiz dinsiz ahlaki değerlerden yoksun insanlar topluluğu oluşturma çabaları vb. ama konunun sosyoloji ve siyasete kaymasını istemiyorum bugün.
Uzun zamandır yalnızım bilenler bilir. Eski defterleri hiç açtırmayın bana sayfa da olan diğer yazılarımı okuyun mevzuyu az çok anlarsınız.
İlişki konusunda insanlara bakış açım çok değişti yaşadığım bir olay sonrasında ve hala da değişmeye devam ediyor kötü olanda sürekli bir değişkenlik ve belirsizlik içinde olması.
Çoğu insanın sahip olamayacağı şeylere sahibim.
Yeri geldi makam mevki sahibi oldum yeri geldi maddi açıdan çok iyi durumda oldum dibi de zirveyi de gördüm etrafımdan onlarca insanın ayrılmadığı zamanlarda oldu iki çift laf etmek için bütün herşeyimi vermeye razı olduğum halde yanımda kimsenin olmadığı zamanlarda oldu.
Zirvedeyken de dipte olduğumda da tek birşeyden asla vazgeçmedim şükretmekten.
Şuan bayramın son gününü de geride bıraktık. Bütün bir bayramı ailemden sevdiklerimden ayrı geçirdim. Sebebi ne olursa olsun sizce buna değer mi ?
Bence değmez ama işte hayat dediğimiz şey ne zaman tam anlamıyla bizim kontrolümüzde oldu ki ?
Hayatımın geri kalanını şekillendirmek için bir çok şeyden fedakarlık yapıyorum. Şöyle arkamı dönüp baktığımda yaptığım fedakarlıklar ulaşacağım menzile değer mi diye bir muhasebe yaptığımda çoğu zaman değmiyor be. İnsanı da hayattan soğutan tam olarak bu aslında. Yaptıklarımızın yaşayacaklarımıza değmeyecek olması.
Çocukken ne çok şey hayal ederdik. Ne kadarı oldu o hayal ettiklerimizden ne kadarı olmadı hiç bunları teraziye koyup tarttınız mı? Belki hayallerinizin çoğunu gerçekleştirmiş olabilirsiniz benim gibi
Peki bu hayal ettiklerinize ulaşmak için nelerden vazgeçtiniz ?
Değdi mi ?

Benim için şuan ki kazanımlarımın hepsini tek kalemde silip atarım geçmişte ki vazgeçtiğim şeyleri geri almak için. Ama ne yazık ki henüz zaman makinesi keşfedilmedi.

Yaptıklarımız hatalarımız doğrularımız vazgeçtiklerimiz kaybettiklerimiz bunların hiç biri geri gelmeyecek biliyorsunuz değil mi?
Ben bunların geri gelmeyeceğini çok acı tecrübelerle öğrendim.
Size bir uyarı yapmak değil amacım bunlardan kaçış yok ben sadece bu olacaklara sizi hazırlamaya çalışıyorum.

Hiç birşeyin geri gelmeyeceğini öğrendikten sonra benim için hayat çok değişti...

Bunları öğrendikten sonra ilk yaptığınız şey kendiniz için yaptığınız bütün planları çöpe atmak oluyor artık kendinizi düşünmeyi sona bırakmayı geçtim kendinizi hiç mi hiç düşünmüyorsunuz.

Ne kadar kötü birşey olduğunu tahmin bile edemezsiniz.

İnanç boyutuna girmeden ne kadar kötü olduğu hakkında şöyle bir benzetme yapmak istiyorum matrix i izlemeyen yoktur aramızda değil mi ?

Şimdi o evreni düşünün bir simülasyondayız herkes bir hayat yaşıyor belli kodlarla yazılmış belli sınırlar içinde fakat herşey simülasyonun kontrolünde olmasına rağmen bize bir zeka akıl irade verilmiş. Ama ne kadar uğraşırsan uğraş belli sınırların dışına çıkamıyorsun ama sen bu sınırların olduğunun hayatın bir simülasyon olduğunun farkında değilsin.
Bu durumda ne olur olduğu kadar der hayatı yaşamaya devam edersin değil mi çünkü senin sınırların zaten sensin.
Şimdi gelelim işin bokunun çıktığı noktaya herşey güllük gülistanlık giderken yaşadığın hayatın kontrolünün aslında sende olmadığını herşeyin belli bir kontrol altında olduğunu anlıyorsun. Ve bunu bilen dünya üzerinde ki tek kişi olduğunu düşün birde.
Etrafında insanlar güzelce yaşarken sen düşün düşün kafayı yiyorsun. 

Benim durum az çok buna benziyor işte artık bir çok şeyi yaşadım çözdüm gördüm...
Bu yüzden artık kendimi düşünmüyorum düşünemiyorum.
Biraz olsun hayata tekrar bağlanmak istiyorum ama ne kadar çabalarsam çabalayım belli bir noktadan sonra kopuyorum olmuyor...

Ama yukarı da bir yerde dediğim gibi ne yaşadıysam ne yaşıyorsam şükrettim ve şükrediyorum...

Bu yaşadıklarımın temelinde yatan ne bilmiyorum ama bunun çözümüne yalnızlık konusu çözmekle başlamam gerektiğini biliyorum...

Bu da en zor çözülecek sorunların başında geliyor bakalım ne yapacağız...

Sevmekten ve şükretmekten vazgeçmeyin...,

Görüşmek üzere..... Umarım...

4 Kasım 2015 Çarşamba

Ruhun Hayatla Savaşı

Kağıdı kalemi yazı yazmak için elime almayalı baya oldu son paylaştığım baya eski bir yazımdı.

Yazmaktan korkan,çekinen biri olmuştum.
Uzun bir aradan sonra cesaretimi toplayıp yazmaya başladım.

Kötü bir haberle başlayım, hayat denilen o nalet şeye yenildim.
Çok çetin bir savaştı fakat gücüm buraya kadarmış. Hayat öyle bir esir aldı ki ruhumu,bedenimi ne kurtulabiliyorum ne de ölebiliyorum...
Dünyalık bütün dertler başımda şu sıralar, ruhumun çektiği acıyı hiç saymıyorum. Borçlar,omuzuma yüklenen yükler,gelecek kaygısı asla istediğimiz gibi olmayacak bir geleceğin kaygısı,kendime olan inancımın her geçen gün kaybolması, bu savaşın bana yaşattıklarının ufak bir kısmı sadece.

Ruhum benliğini ha kaybetti ha kaybedecek...

Hayatla yaşadığım savaş çok net bir bozgunla sonuçlandı. En büyük cezayı verip ruhumu 'Toplum ve Dünya' denilen bir kafesin içine tıktı. Bedenimin nerede olduğunun pek önemi kalmadı artık. Kendimi bilim kurgu filmlerinde ki android robotlara benzetiyorum. Ruhum kilit altında bedenim ise çoğulluğun,toplum denilen saçmalığın direktiflerini sorgusuz sualsiz yerine getiriyor. 'Okulunu bitir ! Sonra okuduğunun boş,yetersiz olduğunu söylesinler. Sınava gir desinler,sınav için kurs desinler,kurs için para,zaman,gençlik desinler, sonra hepsini teker teker elinden alıp şimdi bizlere yani yaşaman için gerekli olan herşeyi elinden alan bu düzen için çalışcaksın desinler.
Birkaç yıl öncede bunun farkındaydım.
Sikerler öyle işi dedim,hiçbir şey benim elimden ruhumu alamaz dedim.
Savaştımda bunun için.
Ama sonu bozgun.
Hayat denilen bu düzen beni yendi ve herkesi de teker teker yenecek.
Ben tükendim, tüketti,parçaladı,yok etti,kül etti...
Tek bir şeye inancım kaldı. Ruhumun o kafesten çıkmasına yardım edecek bir ruh vardır elbet bu dünyada ve o beni kafesimi bulduğunda küllerimden yeniden doğacağım, işte o zaman bu savaşı hayatın kurallarına göre oynayacağız...

25 Ekim 2015 Pazar

Bil istedim...

Selamun Aleyküm

Baya oldu değil mi yazmayalı belki bir yılı geçmiştir.
Çok boşladım buraları, birazda boşlamam gerekiyordu diyebilirim...
En son yazımdan bu yana hayatımda bir çok dalgalanmalar oldu fakat sonunda geldiğim nokta yine aynı...
Buraya gelme nedenimde bu zaten.

Hayat yine rutine bağladı gidiyor benden tamamen bağımsız bir şekilde.

Başlayım artık değil mi ?

Saat 06.05 yatağa uzandım tavana bakıyorum,perdesi çekilmiş camdan yansıyan sokak lambasının turuncumsu rengi hafiften aydınlatıyor odayı,birazdan oda söner.
Masada üst üste yığılmış kitaplar bir karaltı halinde sokak lambasının ışığını kesiyor biraz olsun. Halbuki insanlığı aydınlığa çıkarıyordu bir zamanlar, çok güzeldi o zamanlar, değerini biliyorduk yaşamanın,insan gibi yaşamanın değerini biliyorduk...

Kaç gecedir sabaha uyanıyorum, güneş artık tavır almaya başladı galiba bana. Aylardan hangisi günlerden ne bilmiyorum,saymayı bırakalı çok oldu...
Sabah saatlerinde yapılan kahvaltıya ardından yakılan sigaraya ve tavşan kanı çaya hasretim...
Sahi bunu en son ne zaman yaptım bilmiyorum.

Uyku ile aramın fena halde bozuk olduğunu anlamışsınızdır. Sebebini bilmiyorum yatağıma bile tavır aldım koltukta yatıp kalkıyorum. Belki de koltuk yüzünden uyuyamıyorum deyip iyimser olamayacak kadar batmış durumdayım,işin aslı bu.
Telefonumun zil sesini unutmamak için arada ayarlarına girip çalıyorum...
Olur ya belki biri arar şaşırmayım o ses de ne diye.

Farkedilmeyecek kadar sıradanlaştığıma mı yoksa gerçekten yokluğun içinde kaybolduğuma mı yanayım bilmiyorum...

Yiten umutlar,
kaybedilen amaçlar,
sorgulanmak istenen ama sorgulanamayanlar,
adı dahi ağıza alınamayanlar,
kaybedişler hiç kazanılmamışlar,
gidenler hiç gelmeyenler,
demlikte acıyan çaylar,
yarısı içilip söndürülmüş zift gibi sigaralar,
sokaklarda sönen turuncumsu lambalar,
bitmesi istenilmeyen ama biten kitaplar
hiç canımı sıkmadı ki benim...

Şimdi sen canımı yakmak için çekip gittin ya bil istedim,
kül olmuş bir can ikinci defa yanmaz.

22 Temmuz 2014 Salı

Bekleyen de olmak zor beklenen de....

Yer: Koçumlar Köyü Yaylası 
Tarih: 23.06.2014 
Saat: 23:50 

Bütün yayla uyumuş durumda yakınlarda ki evlerin ahırlarından gelen bir kaç inek sesi ve etrafta dolaşan bir kaç köpek havlaması dışında kulağıma gelen tek ses yanan sobanın içinden gelen çıtırtılar... 

Sanırım bu küçük yaylada uyuyamayan bir tek ben varım. Beynimin içinde çıkan iç savaş bitmediği sürece başımı yastığa koyar koymaz uyuyamayacağım sanırım. Sağ lob sol loba savaş açmış mantık ve duygu kuvvetleri top yekûn saldırı halindeler. Ben ise Birleşmiş Milletler olarak kimi destekleyeceğime henüz karar veremedim. 

Biraz sevgiye ihtiyacım olduğu kaçınılmaz bir gerçek ama... 

Bu sevgi değişik birşey bir dosttan sevgiliden aileden ve bu tarz her türlü şeyden farklı bir kavramın adını veremediğim bir şeyin sevgisi..! 

Çok büyük bir derinlikte kayboldum gidiyorum ya burada boğulacağım ya da o çıkış yolunu gösterecek sevgiyi bulacağım.

Aradığım şey sevginin ta kendisi. Belki Şems'in Mevlana'yı aradığı gibi aramıyorum ama Mevlana'nın Şems'i beklediği gibi bekliyorum. 

Büyük bir sükûnetle. 
Büyük bir sevgiyle. 
Büyük bir iradeyle. 
Büyük bir şevkle. 
Büyük bir sabırla. 

"Zafer her zaman inananlarındır." sözünün rehberliğinde her gün inancıma inanç katarak bekliyorum çünkü biliyorum ki ne kadar geç gelirse o kadar değecek bir sevgiyle gelecek gelen ve ondan bin kat daha fazlasını görecek bekleyenden... 

Bekleyen de olmak zor beklenen de.

18 Mart 2014 Salı

Umut/suzluk



Hayatımın içine ettiğim veya edildiği günleri yaşıyorum bu sıralar...

Suçlayacak o kadar çok insan var ki etrafımda ama en büyük suçlu sanki benmişim gibi...

Çekip gitmek çözer mi acaba herşeyi...

Aklımda ki sorulara cevap bulamıyorum, kitlenmiş kalmışım ortada bir başıma elimi nereye atsam boşa çıkıyor.

Dipsiz kuyuda kalmış, ıslak düz kuyu duvarlarından tutunup kurtulmaya çabalıyor düşüncelerim umutsuzca...

Ya hakettiğimi yaşayamıyorum ya da yaşamı haketmiyorum oysa ki her canlı haketmemiş miydi yaşamı tıpkı her canlının tadacağı ölüm gibi...

Uykusuzluk kronikleşmiş artık beynimde yaşama enerjimi minimum seviyede tutarak yaşamak rutin bir hal aldı...

Zaman kavramı maziden ibaret olmaya başlamış, umutlarım mazimde darağacına asılı kalmış...

Sessiz çığlıklar atıyorum sadece beynim içinde ki her atom parçasının hissettiği..!

Ve yorgun düşüyor bütün düşüncelerim.

Zifiri karanlıkta el değmemiş ormanlarda gezerken kutup yıldızını kaybetmiş gibiyim umutsuz ama kurtulmayı bekleyen...

Umutsuzluk öyle bir noktaya gelir ki uğrunda savaştığın şeylere inancını yitirir insan.

O zifiri karanlıkta çökersin en sonunda bir ağacın altına umutsuzca ve artık beden beyni kontrol altına alır yorgunluktan, biten umutlar gözlerin kapanmasıyla sonsuzluğa yol alır.Umut olmasa da belki o gözler yeni bir güne açılır...

Ya da...

Sonu güzel bitmeyen bir yeşilçam filmi misali,

bir daha açılmamak üzere kapanır...

2 Şubat 2014 Pazar

Dünya sınavından hayat soruları çözümlü cevap anahtarı ile birlikte vol-1 ;)



Dünyalık dertlere karışmış gidiyordum uzun süredir...

Neşet Babadan Ah yalan dünya'yı dinlerken kendimi burada buldum dostlar.




Dünya çok değişik bir sınav merkezi inanın bana çok değişik hayat ise sorumlu olduğumuz bölüm...




Hani şu üniversitede ff'ci hoca diye tabir ettiğimiz hocalar döşer ya bize bütün konuları hayatta işte o bütün konuların bize döşenmiş hali. Ama işte şimdi Tanrım bu hayat konusunu bize yükledikten sonra o ff'ci hocalar gibi yapmıyor herşey serbest kopya çekmekte serbest sınavdan çıkmakta. İki çeşit kopya var bir kitaplardan çekilen birde yandaki sıra arkadaşlarınızdan şimdi burada ben o yandaki sıra arkadaşınızım.


O kötü sıra arkadaşlarından değil ama hani soruyu cevaplayıp sonra bende yapamadım kardeş demem ben ;)

Sınıfımdaki arkadaşlarda bilirler bunu şimdi soruya gelelim.




Erkekler nasıl sever ve sevidiği kız bir erkeğin hayatına nasıl girip içine eder ve çıkar açıklayınız.

Şimdi başlayalım cevaplamaya;




Erkekler hep en büyük sever. aşkları da, sevgileri de hep en büyüktür. Kendilerini merkeze koyup büyük bir çember çizer sonra da karşısındakinden de bunu beklerler. Erkeklerin aşkının çapı büyüktür...

Her erkeğin en azından bir kız kankası vardır. Çünkü kadınları bir kadından daha iyi tanıyacak kimse yoktur. O bile arkadaşını sıkı sıkıya tembihler hemcinslerine karşı "çok sev ama bunu sakın ona çok aşırı gösterme. çemberinin yarıçapı büyük olsa bile, o bunu görmesin". Nedir peki bir kadını büyük bir aşka layık kılan şey ? Sabah akşam hiç durmadan erkeğini düşünmesi mi, ya da bir sorun çıktığı zaman alttan almayı bilmesi mi? Yoksa sadece her erkeğin kadınları bir "gereklilik" olarak görmediğini kavrayabilse mi ? Ne yazık ki erkeklerin pek çoğu gerçekten aşık olup hatalarını da olsa olsa bunun üstüne kurarlarlar. Gerçekten sever erkekler. Hatta deli gibi aşık olurlar. Sırf o üzülmesin diye kendileri üzülür, özlediğini açık açık söyler, hatalarına karşı anlayışla yaklaşır alttan alır, yaptığı her hatanın bir sebebi olduğunu düşünerek avunur. Onu kırmamaya çalışır. Onu mutlu etmeye çalışır. bazen köpek olur, bazen köle... Lafta da değildir hani "sensiz yaşayamam" cümleleri. Çok değer verir erkek milleti...

İşte kopuşun hikayesi de burdan başlar... En büyük çemberi çizip içine almışsındır artık sevdiğin kadını. Senin dünyanda o kraliçe, sen ise onun her istediğini yapmakla mükellef kölesindir.. Öyle beyaz atlı prens rollerine bürünmeden yalın aşkınla seversin onu. Ancak en baştan beri kocaman bir çemberin içinde olduğu için kadın, görmez olur zamanla bunun sınırlarını... Sevginin, aşkının, ona olan mecburiyetinin bir sınırı yok sanar, alışır şımarmaya. Hep yaptığın şeylerin, herkesin her zaman yaptığı şeyler olduğunu sanmaya başlar... O kadar sık söylersin ki onu sevdiğini, zamanla bundan bile sıkılır olur. O en başlarda sana hayranlıkla bakan, seni kaybetmemek için duygu hezeyanı içinde nemlenen kocaman gözler artık yanında oturan yabancının sağa sola bakan gözleri olmuştur. Oysa ki aynı adamdır o kadının yanında oturan... En ufak şeyler zamanla büyüyerek çığ olur, altına alır seni... Neler oluyor ? soruların onu boğan şeyler olmuş, "Seviyorum"ların cevabı "Bilmiyorum"lara dönüşmüştür artık... Sadece onu düşündüğün için "Üzüyorsam eğer seni, beni bırak.. bırak ve dön arkanı git bakmadan bana" dersin, "ufff yine mi aynı şeyler" dökülür onun ağzından... Mutsuzluğuna daha fazla dayanamaz olursun "Ben gidiyorum" dersin, "Zaten biliyordum bunu yapacağını, sen başkalarının hayatına girip onları mahvediyorsun" diye suçlar seni...

Ve bilirsin artık bazı şeylerin asla değişmeyeceğini, eskiye dönüşün imkansız olduğunu. O mükemmel adamın değişmeden aynı yerde durmasına rağmen her şeyini vermeye hazır olduğun kadının kabusu olduğunu görürsün gün be gün.. Aslında bilirsin aşkın ilk gün gibi pırıl pırıl, bembeyaz duruyor aynı şekilde, ama bunu hak eden kadın çoktan seni terk edip gitmiştir...

İşi birazda gırgır şamataya vurursak videolu anlatımını da ekliyorum buyrun;

25 Aralık 2013 Çarşamba

Gitmeyi çok isterdim.



Gitmeyi çok isterdim.

Çok uzaklar olmasada beni hiç kimsenin tanımdağı bir yerlere...

Sıfırdan başlayabilmeliyim hayata.. Sıfırdan olmasada yaşadığım acıları hatırlamayacak kadar...

Sıkılıyorum..

Artık gözlerimi her kapattığımda seni hatırlamaktan, hatırlarken acı duymaktan...

Sıkılıyorum...


Haddinden fazla sıkılıyorum hemde.


Dünyevi ve manevi olan bütün işlerden bunaldım artık. Deniz aşırı bir ülkeye gidip hiç tanımadığım bir millet içinde sessiz sakin bir hayat yaşamak istiyorum. Ve arkamda ki herşeyi bırakmak istiyorum kimse ulaşamasın bana.


Çok yoruldum hayattaki herşeyden etrafımda iki yüzlü insanların bana gülmesinden yoruldum.


Ölümü çare olarak görsem herhalde çoktan intihar etmiştim.


Durum o kadar vahim anlayacağınız.


Etrafımda dolaşan çakal ruhlu insan olma meziyetinden yoksun canlılar savaşmaktan yoruldum.


Taraf olanların içinde taraf olmadan yaşamaktan yoruldum.


Hayatımda ki herşey için önüme zorunlu seçenekler konulmasından ve bu yollları seçmediğim için sistem tarafından dışlanmaktan yoruldum.


Gitmeyi çok isterdim...


Uzaklara olmasada hiç tanınmadığım bir yere...


Fırtınalı denizlerde gemisini kurtarmaya çalışan kaptan rolünü üstlenmekten bıktım yoruldum artık.


Artık ben fırtınalı denizlerden çıkıp sessiz sakin sığ masmavi suların olduğu bir sahilde yaşlanmak istiyorum.


Kimsenin tanımadığı ismimin bile bilinmediği yalnız adam diye etrafta bilinen gizemli biri olmak istiyorum.


Bu gürültülü stresli koşturmacalı şehirden hayattan kaçmak istiyorum.


Bir gün ansızın hiç kimsenin beklemediği bir an bunu yapacağımı biliyorum.


Gözüm arkada da kalmayacak nasılsa sırt çantamı alıp yollara çıkacağım bir gün...


Bunu herhalde bir tek siz bilirsiniz gitmeden yazarım size bir yazı.


Belkide budur o yazı hiç belli olmaz...


Arkamdan birileri iyi oldu diyecek gittiği kurtulduk diyecekler bazıları üzülecek bazıları ağlayacak bazıları kahkahalar atacak belkide, ama artık ne ağlayan umrumda nede kahkaha atan...


Ben sadece gitmeyi çok istiyorum


Uzaklara olmasada hiç tanınmadığım bir yere...

DOST..!

"Günaydın" ve "iyi geceler" mesajları atabileceğim bir dostum olsun istedim hep. 
Fütursuzca konuşabileyim istedim o'nunla.
Kafamdaki milyon düşünceyi paylaşabileyim, beraber düşünebilelim istedim.
Beni ileri taşısın istedim hep, saatlerce felsefe yapabilelim istedim.
Görüşmesek te, uzakta da olsak kopmayalım istedim hep.
Araya ne kadar zaman ya da mesafe de girse, kaldığımız yerden devam edelim istedim.
Sevgililerimiz tanısın birbirini, anlaşamasalar da sorun olmasın, kardeş gibi olalım istedim.
Ruh eşim olsun istedim, hissetsin. yanımda olsun kötü olduğumda, tek kelamı yetsin istedim.
İstedim ki konuşmaya gerek kalmasın, biz birbirimizi anlayalım. kendi aramızda bir lisanımız olsun, kimse bilmesin.
Bir diziyi ya da filmi aynı anda izleyelim istedim. izlerken yorumlaşalım mesajla. eleştirelim, gülelim, ağlayalım istedim. yanyana olalım, destek olalım.
Dost istedim hep. yoldaş istedim. gönülden ve ruhen bağlı olduğum birini istedim. gönül dostu istedim. kardeş istedim arada bağ olmasa da ve kardeşten yakın olsun istedim.
Sevgili değildi istediğim; dosttu. hiç olmadı. nasib olmadı. çok bekledim, hala bekliyorum.
Mevlana'nın Şems'i beklediği gibi bekliyorum.

Kim bilir; belki gelir...